29 Eylül 2012

Koko'nun adi yok



Kucuklugumden beri biliyordum, bir gun evlenirsem kocamin soyadini kullanmayacaktim. Gun geldi, evlendim ama yasal zorunluluktan kendi soyadimin yanina, geldigimiz en ileri noktayi temsilen, bir de kocamin soyadini eklemek zorunda kaldim. Boylelikle hem babama hem de kocama olan aidiyetim tescillenmis oldu. Ayni anda!

Ben kadinin ve cocuklarin soyadi konusundaki dusuncemi her zaman acikca dile getirmisimdir: Bence insanlar kendi isim ve soyisimlerini diledikleri gibi secme, degistirme veya degistirmeme ozgurlugune sahip olmalidirlar. J.nin ailesi, arkadaslarimiz, eski erkek arkadaslarim ya da onun arkadaslari, uzun lafin kisasi cevremizdeki neredeyse herkes bu konudaki fikirlerimi biliyor (eski erkek arkadaslarim hala cevremizde degil tabii :) Kisisel olarak ben soyadimin zorla degistirilmesinden, her ne kadar oncekinin arkasina da eklenmis olsa, bunu tabir-i caizse kocamin mulkiyetine gecirilmek olarak gordugumden, hic hosnut degilim. Bu nedenle de yasal islemler haric kendi soyadimi kullaniyorum- su , hani babamdan aldigim. Ama nedendir bilmiyorum insanlar bunu anlamakta gucluk cekiyorlar! 

Bu Avrupalilarda hala kart gonderme aliskanligi var. Dogumlar, tesekkurler, yildonumu tebrikleri, yeni yil ve noel icin herkes birbirine kart gonderiyor. Yani arkadaslarimizdan ve J.'nin ailesinden habire birseyler icin kart aliyoruz. Ve bize gonderdikleri kartlari hala "Koko & J. Kxxx" ismine gonderiyorlar! Bunu bastan beri irrite edici buluyorum-hatta birkacini kibarca uyardim. Ama gecen gun oyle birsey oldu ki buna bile sukredecek duruma geldim:  J.'nin annesi, Lisa, bize tatile gittigi Gotland'dan kart gondermis; alici satiri aynen su: "Mr & Mrs J. Kxxx"!!  Hadi evlendim, soyadim cebren degistirildi de adsiz da mi kaldim? O kadar mi vahim yani durum? Artik mektuplarda bile kocamin adinin yaninda önadi bile yeralmayacak kadar "kimliksiz" miyim ben? Sadece bir kocadan mi ibaretim artik? Bagimsiz bir birey degil de ona ait, onun bir parcasi? 

 Her ne kadar J. bu konuda fikrimi paylassa da o aksam hirsimi J.'den cikardim:)  

J. Ankara'da

J. is icin Ankara'ya gitti. Pazartesi aksam donuyor. Keske takilip ben de gitseydim diye bir yandan uzuluyorum ama bir yandan da Pazartesi derslerim basliyor, teknik olarak mumkun degildi diye kendimi teselli etmeye calisiyorum...

 Gelecek hafta da Ingiltere yapacak 4 gun icin. Basladik yine...

27 Eylül 2012

Ilk is

Buradaki ilk isimi aldim! Iki pozisyona basvurmustum ayni anda: politika danismanligi arti event yonetimi. Gonullu bir is; ucret almayacagim. Ama en azindan bir baslangic yapmis oldum. Hem de burada Ortadogu-AB uzerine calisan az cok bilinen bir yerde- zaten Bruksel'de topu topu iki-uc duzgun yer var  Ortadogu calisan. Eh pozisyonlar da kulaga havali geliyor.

Lanet depresyon yuzunden buna da sevinemedim. J. kimyasal diyor; hormonal salgilamalarmis, ilac lazimmis falan. En son bu hormon bezlerinin hepsini aldiracagim o olacak. Hormonlarindan benim kadar ceken bir baska insan daha var midir acaba!

Bu arada eski bir arkadasligi bitirdim bugun. Tuhaf oldu; bir baslangic bir bitis. 

Test edilip onaylanmis deli

Aglamalarim zirlamalarim durmak bilmeyince artik PMS'i suclamayi birakip ("P" hem pre- hem post- anlamina ayni anda geliyor olamaz ya! Oradan aydim) bir psikologa gorunmeye karar verdim. Danimarkali bir tip sectim kendime. Iyi bir muhitte falan. Gittim, orada da aglastim biraz. Psikologum "Sana surpriz olmayacak ama depresyona girmissin. Duygusal bir cokuntu halindesin. Insanlara ve gelecege inancini yitirmissin. Hicbir umudun kalmamis. Kimsenin seni sevmedigi, insanlarin sana zarar vermek istedikleri hissine kapiliyorsun" falan dedi. Hayret, normalde ne zaman depresyona girecek olsam hemen farkederim. Bu sefer ne kadar depresyona girdiysem artik depresyonda oldugumu bile farketmedim!

Ilac kullanmam gerektigini soyledi kendisi ve ilaveten de bir psikiyatrist bulmami istedi. Sonra ben bu psikologa da uyuz oldum, sacma sapan bir-iki sey soyledi. Sizinle ben ugrasamam diye biraktim kendisini. Sacma sapan konusan insanlar ozellikle de bunlar psikologlarsa beni daha cok sinir ediyorlar. Ozellikle de zaten bunalimdaysam hic cekemiyorum- neden butun psikologlar salak olmak zorunda?! 

Yine de bu depresyon mevzuu, klinik deneylerle de kanitlaninca, kendime daha bir cok uzuldum. Hepten ne yalnizmisim ben tribine girdim. Su durumumda en kotusu dost bilip de canimdan ote tuttuklarimin dostluk kisvesi altinda yaptiklari oldu. Ben kendi icimde bu kadar bogulurken onlarin benim yasadiklarima zerre hassasiyet gostermemeleri acitti beni. Bunca yil ben her kosulda yanlarinda olmaya calisirken... Meger ne kotu bir arkadasmisim ben! Yaptigim hicbirsey kiymete gecmemis de baskalarinin ayaginin tozu bile olamamisim! Off bu arabeskligin sonu gelse de icimdeki tum sesler sussa, hicbirini takmasam... 

Affeder miyim peki? Hayir. Hakkim helal mi? Hayir.

Hadi bakalim temizlik zamani.  

10 Eylül 2012

Uyandığında / When she woke


Ziyaretime gelen tüm arkadaşlarımdan bana roman getirmelerini istedim çünkü romanları Türkçe okumayı seviyorum ben, kendi dilimde tadını çıkara çıkara. Yoksa diğer kitapları her zaman Amazon'dan İngilizce olarak alabiliyorum. Zaten amazon.fr Belçika’ya ücretsiz kitap teslimatı yapıyor, o bakımdan zorluk da çekmiyorum.

Herkes ayrıldıktan sonra bu kitap yığınıyla basbasa kaldım. Zor bir secimdi ama önceliği Hillary Jordan’ın "Uyandığında" romanına verdim.

Uyandiginda'yi  feminist bir distopya olarak adlandırmak yanlış olmaz herhalde. Bu distopya bir ikinci büyük buhran ve salgın zührevi hastalıklar sonrası din ile devletin iç içe geçtiği, toplumun, ailenin ve kadın-erkek ilişkilerinin devlet destekli dini değerler etrafında şekillendiği geleceğin ABD'sinde geçiyor. Konuyu ayrıntılı yazmıştım ama sonradan vazgeçtim. Nasılsa internette rahatlıkla bulunabilir kısa bir özeti...

Aslında fikir sağlamken Uyandığında yine de bence çok başarılı bir roman değil. Hikaye biraz aceleye getirilmiş gibi. Detaylar ve neden-sonuç ilişkileri geçiştirilmiş, kimi yerlerde can alıcı gelişmeler dahi bir-iki cümleyle atlanmış. Bu da özellikle romanın ikinci yarısında rahatsız edici bir boyuta varıyor bence. 

Benim özellikle zayıf ve hatta biraz yavan bulduğum birkaç noktaya değinmek istiyorum. Kitabi okumak istiyorsanız bu bölümleri atlayabilirsiniz. 

İlk olarak, Hannah ve arkadaşı Kayla’nın renkli kaçakçılığı yapan bir çetenin eline düşüp Kasımcılar tarafından kurtarıldığı kisim fazlasiyla geçiştirilmiş. Bizim tek bildiğimiz ikisinin de çetenin eline düştükleri, kendilerine tecavüz ilacı verildiği ama Hannah’nin başına birsey gelmeden kurtarıldığı. Kayla’nın ise akıbeti kitabin sonuna kadar bir muamma olarak kalıyor ve sonunda sadece bir cümleyle veriliyor. 

Bu olayın hemen ardından Hannah’nin bir lezbiyen olan Simone ile hem de kendisinin ısrarla başlattığı bir cinsel ilişkiye girmesi bence bir diğer klişeye varan büyük tuhaflıktı-ancak böyle adlandırabildim! Oldukça muhafazakar bir cevreden gelen ve bu değerlere göre yetişmiş olan Hannah’in, üstüne üstlük Aidan’a körkütük aşıkken, bir de onca büyük badireler atlatmış ve toplu tecavüz kabusunun direğinden dönmüşken böyle birsey yapması okuyucuya çok da inandırıcı gelmiyor. Zaten bir kere tribünlere oynayan yazarların her travmanın ve/veya her sorgulamanın bizi kendi hemcinslerimizin yatağına savurmayacağını, bunun kimseye inandırıcı gelmediğini görmesi gerekiyor galiba. Daha özelde bunu Hannah’a yaptırması, Hannah’nin kişiliği ve hikaye suresinceki gelişiminin çok dışında olmuş, fazlasıyla yavan kalmış. 

Bir de şahsen Simone’un ağzından dini mesajlar almaktan da pek hoşlanmadım. Sanırım Jordan burada biraz “Feministler de inançlı olabilir” mesajını verme kaygısıyla hareket etmiş, ama ı-ıh olmamış. 

Bunların hepsi tabii romana ve kurguya dair şeyler. Ama bana en ilginç gelen nokta bir Amerikalının distopyasinin bizim gerçekliğimize bu kadar yakın olmasını görmek oldu. Tabii renklendirme işleminden, etrafta dolasan kırmızı, mavi ve sari suçlulardan değil kastim; daha çok kadın ve kadının toplumdaki rolü üzerine. Üstüne kürtaj üzerine son siyasi çıkışları da eklersek... Jordan’ın kabusu aslında neredeyse bizim hayatimiz. Geleceğe gitmeye hiç gerek yok! Annemin mesela oturuşumu beğenmediği her seferde bana fırlattığı şahin bakışları hala titreyerek hatırlarım!  

Jordan bir de namus adına islenen cinayetler eklese kitabına tam bir Türkiye gerçeği olacakmış ama şimdilik distopya olarak kalmış... 

PS: Jordan’ın bu romanı eleştirmenlerce Nathaniel Hawthorne’un The Scarlet Letter’inin fütüristik bir yorumlaması olarak değerlendiriliyor. Kurguda ayni zamanda Margaret Atwood’un the Handmaid’s Tale’ine de oldukça atıf varmış. Ben her iki romanı da okumadım ama Margaret Atwood’un Antilop ve Flurya kitabi listemde-hatta okumaya başladım bile!

J.siz gunler

J. yine gitti. 3 gun Strasbourg. Hesabini buradan tutuyorum artik :)

9 Eylül 2012

Passa Porta ve Babil'in lutfu


Oldum olasi Pazar gunlerini sevmem. Bunun da arkasinda kesinlikle tek kanal Turkiye'sinin sabahin korunde baslayip ogleden sonra ikilere kadar devam eden Pazar Konseri kasvet ve zulmunun bunyemde yarattigi travma olduguna yemin edebilirim! Neyse, buyudum, Allah'a sukur kanallar cogaldi, derken magazin programlari falan aksamlara kadar.. Neyse, dagitmayayim; buyudum ama kasvetten kurtulamadim. Belcika'daki hayat tarzi da bu Pazar kasveti konusunda hic mi hic yardimci olmadi dogrusu. 

Buraya tasindigimdan beri sikayet ediyordum Pazar gunleri heryer kapali, hava dolayisiyla da eve kapanip kaliyoruz diye. Ama degilmis! 

Gunesli havadan yararlanip ciktigimiz bir Pazar gunu tesadufen Passa Porta'yi kesfettik. Passa Porta Sainte Katherine civarinda bence cok ama cok ozel bir kitabevi. Onu ozel kilan sadece Pazar gunleri acik olmasi degil. Onu ozel kilan Babil'in dilleri... 

"The curse of babel is in fact a blessing" yaziyor boylu boyunca giristeki duvarlarda: "Babil'in laneti aslinda bir lutuftur". Babil'i lutuf goren Passa Porta'da farkli dillerden kitaplar dillerine gore kategorize edilmiyor, aksine yanyana yeraliyor raflarda. Hatta bir rafin da resmini cektim; Flamanca, Ingilizce ve Fransizca kitaplari birarada gorebilirsiniz burada. Bence cok yaratici ve sempatik!


Sahibi ile biraz sohbet ettik. Turkce kitaplar da getirmesini istedim- aslinda daha once yaptiklarini ama kitaplari buraya getirince vergiler, gumruk derken maliyetlerin fiyatlara fena yansidigini soyledi- Orhan Pamuk'un romanlari Turk lirasi ile 70-80 liraya cikmis ve bu da dogal olarak okuyucuya cazip gelmemis. Passa Porta'nin bir de farkli ulkelerden yazarlari konuk eden ve kulturel aktivilerde bulunan bir dernegi var. Hatta iki sene once Orhan Pamuk'u buradaki okuyucularla biraraya getirmisler. Belki yine gelir...

Ha bir de neden "Passa Porta"? Ilk merak ettigim sey bu olmustu. Sokaga acilan uzun koridorumsu bir gecitten gecerek girebiliyorsunuz kitabevine- bu nedenle adi Passa Porta: bu isim hem gecide, hem koridora hem de kitabevinin han kapisini andiran kapilarina atifta bulundugu icin. 

Sanirim ben en cok Pazarlari gececegim o kapilardan! :)

6 Eylül 2012

PMS

"Menstruasyondan onceki birkac gun kendinizi birazcik yorgun ve dökük hissedebilirsiniz"
 (Isvecli karikaturist Anna Karin Eldes'in "Eger Hemen Birisi Beni Popomdan Cimdiklemezse, Birazdan Eve Donecegim" adli kitabindan)

Aynen yukaridaki gibi hissediyorum. "Birazcik"... Hem de neredeyse iki haftadir! Su an bir tek seytan kuyrugum eksik arkadan sarkan! Gecenlerde Kahire'de yapilmis bir odak grup calismasina dair bir tez okuyordum. Kadinlarin ulke baskani olup olamayacagi ile ilgili sorulara zaten genel olarak sacma sapan ve PMS doneminde asla okunmamasi gereken yanitlar vermisken bu kadinli erkekli grup, ustune kadinin teki- Psikologmus kendisi- "Kadinlarin hassas donemleri vardir. Bilimsel olarak da o donem hormonal dalgalanmalar yasarlar. Allah muhafaza o hassasiyet ve PMS donemlerinde ulkeyi savasa bile sokarlar. O nedenle kadinlar baskanlik yapmaya dogalari geregi uygun degildir" demis. Acaba Misir'daki dokuz aylik ikametimde bu kizcagiz bir sekilde benim adet donemime mi denk geldi diye merak etmedim degil dogrusu. 

Ben Baskan olsam bence dunya mum gibi olurdu; en azindan ayda bir kere...

5 Eylül 2012

Dil kursu icin mantik testi?



Bruksel'de Flamanca ogrenmek istiyorsaniz bunu ucretsiz olarak yapabiliyorsunuz. Pek Flamanca ogrenen olmadigi icin Flamanca kurslari bu sekilde ozendiriliyor-yasasin Flaman-Walon catismasi! :) 

Malum, universitem Gent'te oldugu icin soyle temel bir-iki birseyi ogrenmek iyi olur diye dusundum. VUB'nin ucretsiz Flamanca kursu icin online randevu aldim. Baslangic duzeyi icin, hicbir sey bilmeyenler de dahil, bir test oldugu yaziyordu. Bu test sonrasi kayit yaptirabiliyormusuz. E, ben de randevum bugun oldugundan kayit burosuna gittim. Beni bir bilgisayarin basina oturttular. Sekiller falan hareketlendi ekranda. Odum patladi. Gorevliye "Ama ben Flamanca tek kelime bile bilmiyorum ki anlamiyorum" dedim. Meger mantik testiymis. "Ama soru nee?!" diye usteledim. Sekillere bakip yorumlayacakmisiz. Sorular da ayri alem. Mesela birinci sekilde dort katli bir kare var, ikincisinde uc katli, ucuncusunde iki katli, dorduncu ne olabilir diye soruyorlar! Bildiginiz gerizekalilar icin hazirlanmis zeka testi... Neyse, iyi haber: Gectim! :)

4 Eylül 2012

Bunu da yaptim!


J.'nin isyerinde yine puruzler cikti. Benim de ruhum sIkIldI. Tam doktoraya baslayacagim derken acaba yine hersey tersine mi donecek diye evhamlandim. Zaten hayatta en katlanamadigim sey belirsizlik... Hemen annemi aradim ve yol tarifini verdim: Falci Berfin! Evet, usenmedim, Ankara'da yasayan annemi talimatla falcima gonderdim :) Hatta ayni annem de usenmemis falcidan beni arayip kadinla konusturdu, falimi birebir agzindan da dinledim :))) 

Araya yollar da girse kimse beni Berfin'den ayiramaaz! 

3 Eylül 2012

Dogumgunu


1 Eylul dogumgunumdu. Koc-ca-man bir kadin oldum. Hic de oyle hissetmiyorum ama... Eskiden sanki 30'larimda tum hayatim coktan rayina oturmus olacak gibi gelirdi. Aslinda o yolda da ilerliyordu, raylar vagonlar hersey yerli yerindeydi ama ne olduysa oldu yoldan cikiverdim. 31. yas gunumu sevdigim herkesten ve alistigim herseyden uzakta kutladim-bununla iki etti. Sanirim biraz da bunun icin bildik, sevdigim birsey yapmak istedim dogumgunumde: Usenmedim, 4 supermarket gezerek aldigim malzemelerle bir raki sofrasi hazirladim, bir de Muzeyyen Senar'li, Emel Sayin'li, Zeki Murenli bir muzik listesi- "evlerinin onu mersiinn.."

Aglamaya 31 Agustos gecesi basladim- aslinda daha erken de baslayabilirdim de birkac is basvurusu vardi yetistirmem gereken, cok mesguldum. Sordum durdum, done done, her seferinde yeni cumlelerle: Neden bu kadar zor olmak zorundaydi ki? Sadece sevdigim adamla olmak istedim. Neden bedeli bu kadar agir olmak zorundaydi? Neden bunun icin herseyimi ve hayatta en deger verdigim insanlari geride birakmam gerekti? Daha once odedigim bedeller yetmez miydi? Sordum da sordum... 

Sofrada da cok agladim. Alkolden degil- yoksa icince ben keyiflenirim. Bu sefer o da yetmedi. J. beni her optugunde agladim gece boyu. Sessizce. Konusmak bile gelmedi icimden mevzuyu. Konusmak neyi cozuyor ki?  



Ben pek pasta sevmem. Dugunumuzde de dondurmali irmik helvasi yemistik cumbur cemaat, pasta kesmek yerine. Dogumgunumde de irmik helvasindaki mumu ufledim. Fazla sembolik oldu boyle yazinca ama over-read yapmaya gerek yok; tesaduf sadece :)

Bu arada J.nin dogumgunu hediyesi olarak aldigi Burberry canta acimi biraz hafifletmedi degil. Yine de beni seven ve pahali hediyelere bogan bir kocam var. Bu da yeter! demiyorum hayir. Yetmiyor. Bu o kadar basit bir denklem degil iste. Seven bir koca arti pahali hediyeler eksi kurdugunuz koca bir hayat eksi dostlar esittir mutluluk yapmiyor. Bize sanki boyle olurmus mesaji veriliyor; ama hayir. Degil. 

Hal boyleyken mumu uflemeden once dileklerimi tuttum. Herhalde tahmin edersiniz neler diledigimi. Ve tum gucumle ufledim! Sonmedi lanet mum. Bes kere daha denedim J.'den tezahuratlar esliginde- yok bana misin demedi! En sonunda J. kendisi ufleyip sondurdu.  

Ve bir dogumgunu de boyle geldi ve gecti.